7 Mart 2015 Cumartesi

Şiddetin Etkisi

ALEGORİ


         İl dışına çıkıp bir yerlere gitmek beni heyecanlandırır her daim. Kısa süreliğine de olsa bulunduğum ortamdan,  iş  hayatının  stresinden, yorgunluğundan    uzaklaşıp    kafamı dinleyeceğim bir yerlere gitmek hep mutlu etmiştir beni. Hele gidilen yer insan ömrüne ömür katan yeşilliğin bol olduğu,  kuş cıvıltılarının yaşama sevinci dolu senfonisine   mis kokulu çiçeklerin eşlik ettiği ve yıllara meydan okuyan emektar ağaçların asil duruşuyla renk kattığı şirin bir Karadeniz köyü ise.   Orta Karadeniz’i Doğu Karadeniz’e  tatlı bir şekilde birbirine bağlayan Melet Çayı ile onun sadık mesai arkadaşı Kurul Kayası‘nı Ordu’lu olup da bilmeyen pek azdır.

          Tüm dünyada yaşanan felaketlere, yıkımlara, afetlere inat umursamaz bir tavırla dimdik ayakta duran, bünyesinde birçok medeniyet barındırmış, acılara, umutlara, mutluluklara, göçlere, gülüşlere, gözyaşlarına tanıklık eden başlı başına bir tarihti adeta Kurul Kayası. Tahtına kurulmuş tüm dünyaya meydan okuyan bir imparator gibi kimseden korkmayan bir tavırla eteğindeki köy evlerine kol kanat germekteydi. Bu heybetli yapıya, Melet Çayı’na, asil duruşlu emektar ağaçlara doğru yol almaktaydım. Şahin markalı Kara Şimşeğimle birlikte ailemle hasret giderecektim bu güneşli pazar sabahında. Fındık hasadının başlamasına yaklaşık üç gün vardı. Her yıl bu zamanlar yani Temmuz sonu ile Ağustos başlangıcında fındık hasadına hazırlık yapılırdı.
           Bu zaman diliminde köy evlerinin yanı başındaki boş araziler ayrık otlarıyla kaplı olur. Fındığın serildiği ve harman diye adlandırılan bu boş arazilerde, toplanan hasadın daha iyi kurutulması için ayrık otlarının temizlenmesi de şarttır. Fındık bahçelerinde hasadı zorlaştıran ayrık otları hem harmanın hem bahçenin dolayısıyla da çiftçinin baş belası olur bu dönemler. Ayrık otlarından temizlenen harmanda kurutulan fındık, patoz denen ayrıştırıcı tarım makinesiyle çeç haline getirildikten sonra müşterisiyle buluşur, üreticisi için geçim kaynağı görevi üstlenirdi. İnsanın zor ayakta durduğu bu yamaç arazilerde yer alarak toprak kaymasına dur diyen fındık ağaçlarından -ocak ismindeki ağaçlardan- fındık toplayarak üretime katkı sağlayan üretken, emekçi insanların emeğinin karşılığını alamaması gerçekten içler acısıydı.

        Virajlı Karadeniz yollarını geride bıraktıktan sonra köydeki eve ulaşmıştım. Annemle babam müreffeh kahvaltı sofrasında beni bekler vaziyetteydi. Yaklaşık üç aydır görmediğim annem ve babamla hasret giderdikten sonra mısır ekmeği, pancar diblesi gibi sağlıklı yemeklerin yer aldığı sofrada kuş cıvıltılarının, hanımeli, ortanca ve gül kokularının eşliğinde kahvaltı etmeye başladım.

          Babamın ve annemin güleryüzlü ve neşeli sohbetiyle yaşadığım stres, sıkıntı ve yorgunluk vakumlu elektrik süpürgesiyle halıdan tozun çekilmesi gibi birden kayboluvermişti zihnimden. Havanın sıcaklığına sohbetin sıcaklığı ekleniyor, demlenen taze çay sohbetin koyuluğunu arttırıyordu. Sohbetin koyulaştığı bu dakikalarda mavi işçi tulumunu giymiş, elindeki tırpanla harmanını temizleyen karşı komşumu görmüştüm. İşine çok iyi odaklanmış, sanki hayattaki tek hedefini gerçekleştirircesine çalışıyordu.İşini bitirmek üzereydi.Bazı insanlar çalışmadığı zamanlarda boşluğa düşer, işe yaramaz olduğu kanısına varır.Alın teri dökerse huzur bulur,iş yapmadığı süre zarfında ise asabi, huzursuz,ve mutsuz olur.Komşum da böyle bir insan. Bu nedenle ben de komşumun yaptığı işi sona erdirmesini bekledikten sonra ‘’Napiyon İhtiyar Delikanlı? ’’ diyerek kendisine seslendim. Sesin nereden geldiğini kısa bir süre aradıktan sonra beni görmüş ‘’Ooo hoş geldin gara oğlum diyerek!’’ yanıma geldi. Elini öpmek için eğildiğimde hızla elini benden uzaklaştırmış, içten bir gülümsemeyle bana sıkıca sarılmıştı. Kendisini kahvaltıya davet ettikten sonra annem ve babamla başlayan koyu sohbet, İhtiyar Delikanlı’nın katılımıyla daha koyu bir hal almıştı.
         Çalışmaktan yorulmayan dirençli komşum tatlı diliyle, esprileriyle, nüktedan tavrıyla, hoşça vakit geçirmemizi sağlıyordu. Yetmişine merdiven dayamış, yaşına göre dinç, yemyeşil gözlerine elma gibi kıpkırmızı yanaklarının arkadaşlık ettiği ve bu arkadaşlığa pamuk gibi bembeyaz sakalının sonradan katıldığı sevimli bir yüzü, coşkulu bir ses tonu ve tertemiz bir kalbi vardı. Yüzündeki kırışıklıklar çileli bir yaşam sürdüğünü ele veriyordu her ne kadar dinç görünse de. Ununu elemiş, eleğini duvara asmış, fazlaca yaşam tecrübesine sahip bir insandı. Yaşadıklarını, komik anılarını anlattıkça aşka geliyor, deneyimlerini aktarmanın verdiği mutlulukla gülümsemesi katlanarak artıyordu. Bu sohbet sırasında bir süre konuya olan dikkatim dağılmış, komşumun acıklı hikayesi bir film şeridi gibi gözümün önünden geçmeye başlamıştı.
          İstanbul’da uzun yıllar iplik  fabrikasında ağır işler altında çalıştıktan sonra ustabaşı olarak emekli olan İhtiyar Delikanlı, yıllarca çektiği memleket hasretini köyüne dönerek eşiyle birlikte sona erdirmek niyetindeydi. Çocuklarının eğitimlerini tamamlayıp, meslek sahibi olmasını bekledikten sonra hayattaki tüm sorunlarını hallettiğini düşünüyor ve artık köyünde sağlıklı bir yaşam sürmek istiyordu.
       Bundan tam yirmi yıl önce yine bir pazar sabahı İhtiyar Delikanlı’nın evinden gelen feryat tüm köyün yüreğini dağlamıştı. Kilometrelerce uzaktan gelen acı haber darmadağın etmişti aileyi. Komşunun astsubay olan oğlunun terörist saldırı sonucu şehit olması bir ocağı daha söndürmüştü. Kalabalık insan topluluğu, askeri araç, rütbeli rütbesiz askerler, ambulans, sağlık ekibi, birden gözümün önüne geldi. İhtiyar Delikanlı’nın bir köşeye çekilip ölüm sessizliğine gömülmüş, çökmüş bir vaziyette için için ağlayan çaresiz duruşunu ve ağlamaktan gözleri şişmiş, komşularınca teskin edilmeye çalışılan, ayakta duramayan, gözyaşı döküp her feryadıyla insanın yüreğini dağlayan annenin o günkü halini asla unutamam. Ne zaman bir şehit haberi duysam o günkü manzara gelir gözümün önüne. Nice emeklerle yetiştirilen yirmi yıl boyunca bir meslek sahibi olsun, rahat bir hayat sürsün diye anne ve babanın hiçbir fedakarlıktan kaçınmayıp o yaşa getirdiği fidan gibi bir delikanlı hayatının baharı denebilecek bir yaşta hayata gözlerini yummuştu.Yirmi yıl boyunca verilen emek , yirmi yıl önce bir elin tetiği çekmesi kadar kısa bir süre zarfında yok olup gitmişti.Bu yok oluşa anne yüreği fazla dayanamamış, anne on beş yıl önce İhtiyar Delikanlı’yı yalnız bırakmıştı.İhtiyar Delikanlı ömür boyu unutamayacağı evlat acısının beraberinde getirdiği sağlık sorunlarıyla yaşantısına devam ediyordu. Doktorun verdiği tavsiyelere önceleri karşı çıksa da şimdi bu tavsiyelere riayet ediyor, ilaçlarını düzenli alıyor, temiz havanın hakim olduğu bu şirin köyde doğayla iç içe bir hayat sürüyordu.
         İstanbul’da yaşayan çocukları tarafından görevlendirilmiş aynı köyde yaşayan bir kadın haftanın üç günü gelir, İhtiyar Delikanlı’nın yemeğini pişirir, temizliğini yapar, çamaşırlarını yıkardı. Çocukları ise köylüye emanet ettiği babalarını yalnız bırakmaz, sürekli İhtiyar Delikanlı’yı ziyarete gelirdi. İstanbul’ da yaşayan çocuklar her daim babalarıyla aynı yerde yaşamak istiyor fakat İhtiyar Delikanlı’nın eşinin ve oğlunun hatıralarıyla dolu olan evinden asla ayrılmayacağını bildikleri için pek bu konu üzerinde durmuyordu.
        İhtiyar Delikanlı, acılarının etkisini azaltmak için kendini köy işlerine vermiş, fiziksel güç harcayarak ruhsal bunalımlardan uzaklaşma yolunu seçmişti. Emekli olmadan önce geçimini sağlamak için iplik fabrikasında ağır işler altında çalışıp hayatını sürdüren bu güzel insan emekli olduktan sonra da hayata tutunmak için yaşına göre ağır işlerde çalışmaktaydı. Kesinlikle köy işi yapmaktan gocunmuyor,alın teri dökerek vücudundan toksinleri,zihninden de olumsuz düşünceleri uzaklaştırmaya çalışıyordu.Acılarından ve sıkıntılarından kurtulup hayata tutunmak için mücadele etmekteydi.Mücadelesi arenada ölüm fermanı imzalanmış bir gladyatörün ölüme meydan okuyuşunu andırıyordu.Belki gladyatörler gibi kılıç,kalkan gibi silahlarla mücadele etmiyordu.Ancak savaşırken kullandığı bıçkı,orak,tırpan,balta gibi öldürmek için değil iş yapmak için üretilen silahlar; tarihe yön veren, devletlerin, uygarlıkların, imparatorlukların kaderini belirleyen öldürücü nitelikteki kılıcı,mızrağı ve daha birçok cinayet aletini tarihin derinliklerine gömmüştü.Bir başka deyişle kılıç saban karşısında hezimete uğramıştı.Kılıcı sabana karşı hezimete uğratan silahlardan biri olan tırpan bununla da yetinmemiş,bir başka tuhaf durumun yaşanmasını sağlamıştı.Edebiyatta kişileştirme sanatlarından alegori anlatılırken konunun anlaşılması için elinde terazi ve kılıç bulundurarak adaleti simgeleyen kadın Themis’ten; ölümü simgelemek içinde elinde tırpan bulunduran iskeletten yaralanılır hep.Tırpan ölümü anlatmaya yarayan bir simgeydi aslında alegori için.Ölümü anlatırken kullanılan bu simge kendini köy işlerine verdikçe acısından ve sıkıntısından uzaklaşan bu güzel insan tarafından hayata tutunmak için kullanılmaktaydı. İhtiyar Delikanlı ölüm simgesini ölüme karşı kullanmış, alegori sanatının kurallarını belki farkında olmadan alaşağı etmişti. Alegori sanatını bile çaresiz kaldığı bu durum çaresiz insanlara ilham kaynağı olduğu gibi, hayattan tat alamayan insanlar için de güzel bir örnek niteliği taşıyor aslında.







Yazan: Gürkan Koçak                             

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder