22 Haziran 2015 Pazartesi

Vedat Özdemiroğlu ile hayata dair bir sohbet


M.B : Şimdi, 1968 de doğan bir Vedat Özdemiroğlu var. V.Ö var. Sonrasında Gırgır , Fırt ve Çarşaf'ta öykülerle başlayan bir anlatım var. Sonrasında anlatım renkleniyor.Yazılar, görselliğe dönüşüyor müzikle birlikte, en sonunda sahne ışıkları çevriliyor. Bu serüvenin mihenk taşları konusunda bizi aydınlatır mısınız?

V. Ö : Bu ilk soruyu görünce ben korktum zaten. Bütün bir hayat var orda...
 O zaman üzerinden hızlıdan geçelim.68'de Ankara'da doğdum ve babam emekli bir albay. Türkiye'yi dolaştım, her tarafını.Bir mahalle, bir aidiyet hissi çok uyanmadı bende.. Bir memleket... Memleketim Çankırı  Ilgaz'dır. Oğlumun adı o yüzden " Can Ilgaz" dır. Hiç bir zaman ,  bir yerde  iki üç  seneden fazla kalmadık.Sadece İskenderun istisnadır beş sene kaldık orda. Kayseri, Malatya, Kars,Trakya pek çok yer dolaştım.. Bir sürü yerde, pek çok insan davranışı, ağızlar biçimler gördüm ve komik bir evden çıkıyorum , mizahçı oluşumun en büyük etkenleri bunlardır.Çok sonradan okuduğumda  mizahın aslında korku ve yalnızlıktan kaynaklandığını ,güldürücü iletişim biçiminin bu sert ilişkilerden en çok korkan insanlar tarafından benimsendiğini  öğrendim.Fakat  teorisi önemli değil pratiği bizim eve işlemişti komik bir evdi. Herkes çok komik espiriler yapardı ve genellikle bağırarak konuşulur hala bizim evde. Sonra mizah dergileri girdi eve. Beş yaş büyük bir  abim var " Ahmet Özdemiroğlu" . Bütün ikinci erkek kardeşler gibi abimi örnek almıştım.O çok güzel okuyordu dergileri ,bende okuma yazma bilmeden onlara bakmaya başladım . Okuma yazma öğrenince de en elimden düşmeyen şeyler bu mizah dergileri oldu hep.Çarşaf'tan bahsetmişsin. Sonradan ilk yazılarım da Çarşaf da yayınlandı.Gırgır , Fırt , Mikrop'ta da bir ara yayınlandı.
Hayatımın en mutlu zamanları ;İskenderun'a  cumartesi günleri geliyordu Gırgır, bakkala gidip Gırgırı okuyarak eve dönmekti. Şimdi düşünüyorum da  hiç bir zaman teknik bir becerim ve hevesim olmadı.Literatürle ilgili bir iş yapacağımı çok iyi biliyordum . Gazeteci mi olacaktım  editör mü tam ne olacaktım bilmiyordum da birinci isteğim, birinci değil hatta tek isteğim Gırgır'a girmekti.Kainatta çalışmak istediğim tek iş yeri orasıydı.Çarşaf'tan sonra o da oldu. Atilla Atalay'a yazılarımı götürdüğümde o zaten benim ismimden haberdarmış.İzliyorum seni iyi gidiyorsun dedi.Ben düşecek , bayılacak gibi oldum .Yıl seksen...Seksen yedi de Çarşaf'a başladım, seksen sekiz de de  Gırgır'a beni  amatör yazar olarak aldılar.  Bir sene sonra da Atilla ve bir gurup insan ayrılıp  " Hıbır' ı " kurdular. O zaman ben Gırgır'ın yazarı oldum bir anda, yirmi yaşımda halimle.Tam anlamadım idrak edemedim bu hali , bir şeyler  yazıyorsun  yazılanları da ,dergi yaklaşık yarım milyon satıyor, bir dergiyi dokuz kişi okuyor . Herhalde şans diye bir şey varsa benim hayatımda  bu odur. Yirmi yaşında bu kadar okuyucunun olmasıdır... Şu an mesela onu nasıl kaldırırdım bilmiyorum  ama o deli enerjiyle o delikanlı dedikleri deli enerjiyle  onu kaldırdım. Sonra  Oğuz Aral da  terk etti Günaydın ' ı. Avni dergisi çıktı. Ben o ekipte vardım. Avni de çalıştım üç yıl.Sonra  Leman'a geçtim. Limon , Leman olmuştu.Kendi bağımsız dergilerini ve binalarını kurmuşlardı. İdeolojik olarak  kesmiyodu beni çok merkezden giden bir hali vardı Avni'nin. Daha sol bir mizah yapmak istedim.

M.B : V.Ö. nasıl yorumlar Anadolu’yu? Sizce bu toprağın ilacı nedir Vedat Hoca’m?

V. Ö : Şu var dünyada , aslolan üzümdür.Şarap üzümden rol çalıyor. Üzümün şımarmış hali şarap. O yüzden  bütün bu kötülükler  insanın gidiklik hali ,benliğini kaybettiği şımardığı bir hal. Nefret sıkışmıştır sevgide diyorlar ya.. Dikkat edin insan insandan yine vazgeçemiyor.Dünyanın en kibirli adamı ol, aşağılamak için bana mecbursun. Yok öyle bensiz bir hayat.Sömürmek için bana mecburlar. Aslında şöyle özetleyim adam gel gel diyor ya  Konya'ya . Sonra İtalya oraya işgale gidiyor. Zaten çağırıyordu. Niye silahınla işgale geliyorsun , adam gibi bir kahvemizi içmeye gelseydin ya.Yine geliyorsun en sonunda. Yine mecburuz birbirimize. Şu an bütün dünyayı sana versek yok olsak, istemezsin ne yapıcaksın. O zaman ne bu güç meselesi. Şu an iki ölümlü olduğumuzu  bilerek  konuşuyoruz . Ne yapalım öleceğiz diye vazgeçecek halimiz yok. Nasıl böyleyse bu durum, nasılsa öleceksen tahakküme güce şana şerefe o kadar da  gerek yok. Bir idrak meselesi, bir idrak ortalaması meselesi bu. Bunu halk anlamıyor biz daha algısı açık insanlar olarak acı çekiyoruz  gibi söylemiyorum.Böyle düşünmemeli . Gayet net ortada bir durum var. Ben o okumamış insanlarda ,o daha saf,  o içindeki iyiliği aktaran insanlarda daha çok rastlıyorum. Hiç bir özentiliği olmuyor . O dipteki Türkiye'li insan benim aslında gizli sigortam. Yozlaşmıyor mesela , satmıyor. İngiltere ona daha modern gelmiyor mesela. Bunun , yanlış anlaşılmasın, asla milliyetçilikle bir alakası yok. Yerel bir hal bu.O dipteki iyi niyetli adam o, o adı bilinmeyen adam..Mesela okumuşlarımızın önemli kısmı buradan adam olmaz diyorlar. Ulan senden olmamış işte..Anlasana! Yani buradan adam olmaz....Baba evini sevmiyor,kendi ülkesini sevmiyor. Orası ,niye? Daha modern. Niye? Daha çok makina var. Metrosu daha uzun.Eee ?
Allah rahmet eylesin yakın zamanda öldü , Yaşar Kemal'i bize kazandıran bir ruh var. Dünyanın, öldüğü güne kadar yaşayan en büyük yazarıydı ve bin yıl boyunca da güncel! Yaşar Kemal de özetlenen bir ruh var burayla alakalı. Ben ona çok inanıyorum güveniyorum.Bu ülke için  hiç bir zaman...Bi kitabımda yazdım " Selam dünyalı ben Türküm" diye kendimizle dalga geçmeyi bilen biriyim de hiç bir zaman bir nefretim olamaz buraya. İmkansız.İmkansız  yani giderek de daha çok seviyorum..

Aziz Bey'e de , gerçi o inançsızdı ama nur içinde yatsın, Aziz Nesin'e de tek itirazım aptal kelimesinedir. Yüzde altmışı bilinçsiz eğitimsiz demeliydi. Çünkü aptallık bir kahırdır, aptallık düzelmez. Cahillik bir kusurdur.Onu düzeltirsin. Aptal düzelmez. Türk halkının aptal olduğuna da  hiç inanmıyorum.Ona inanmıyorum. Geriye bıraktırılmıştır . Bilinçsiz ve eğitimsiz bıraktırılmıştır ama asla ve katiyyen aptal değildir.



Ropörtaj : Mustafa Bilgin                                                                                             
Deşifre: Fatih Serdar Öncü