17 Şubat 2015 Salı

AST Şen'lendi

Çiçek Abbas'tan konuşuyorduk…

Şener Şen: Bazı oyuncuya bazı özellikler yakışır, Ertem (Eğilmez) Abi'nin küfür etmesi gibi… Bir de Sinan tabi azdırdı; yönetmen Sinan Çetin'in yeni filmlerinden biri, daha bende milli şuur uyanmamış oyunculuk anlamında, daha kendimi arıyorum, müşteri buldun mu coşuyorsun. Sonra…O tuzaklara düşmemeyi sonra öğreniyorsun. Bir emek işidir bu. Seyirci, adamı bir yerlere götürüyor
Mehmet Atay: Bir de genel çizgi iter sizi oraya, yapının genel çizgisi oralara götürür, geride kalamazsınız.
Şener Şen: Ama başı ben çekiyorum, en sivri benim, ben düzelsem, öbürleri de düzelecek. (usta gülüyor ve biz de gülüşüyoruz)
Sinan da… Gidiyor beş dakika gülüyor, öyle geliyor, bakamıyor filan. 'Ya böyle adam mı olur?' diyor.
Usta devam ediyor konuşmaya; Hayır, şeyleri kabul ediyorum mesela işte; Süt Kardeşler'de, orada da; üslup, geleneksel tiyatronun uygulanması
Pembe Panter'deki ana komik Peter Sellers'ı alıp oradaki Dreyfus'a eşdeğer rol olan Komutan' a uygulamak sizin fikriniz miydi?
Şener Şen: Doğru… Hani zar.. tavla oynarken, fincanda atacaksın, tekniği budur derken, o arada kahve gelir filan; Bunlar Ertem Abi'nin bayıldığı şeyler. 'Bu, karıştırsın' der. Bir elinde kahve, bir elinde zar, karıştırır; zarı yutar, kahveyi de döker. (gülüşmeler)
Çocukken izledik mutlu olduk ve hala da mutlu oluyoruz, çünkü hepimiz o zarı yutuyoruz. Yol boyu Mahir'le (İpek) de konuştuk, ne saçmalıklar vardı. Ama şimdi yapamayız tabi, o zamanki o enerji yok. Oradaki, Ertem Abi'nin yönlendirmesiydi.
Vedat Çuhadar; Yavuz Turgul'la beraber miydiniz o zaman?
Şener Şen: Yavuz Turgul'da o zaman o ekibin içindeydi, o da coşardı. Yani.. Şekarpare'yi yazan, Davaro'yu yazan Yavuz… Bunların, Eşkiya'yla ne alakası var, Muhsin Bey'le ne alakası var?..ama onları da yazan Yavuz, onda da o yatkınlık var, fakat kendi çekmeye başlayınca ayrı bir yeri oldu.
Vedat Çuhadar: Var mı bu aralar yeni bir…
Mahir İpek: -teklif yok abi. (gülüşmeler)
Hakan Güven: Ast'a gelecek diye duyduk.
Şener Şen: (Mahir İpek'e hitaben) Yalnız bunda gerçek payı da var ama hiçbir öneriyi okumam demiyorum-dizi dışında, dizi yapmıyorum o ayrı- sinemada ne gelse beş sayfada belli oluyor ne olacağı ama ağlaya zırlaya okuyorum, yani ne olacak diye beyinleri merak ediyorum. İyi diye gönderen beyin aslında değil. O kadar değişik ki,.. ama bunu beğenenler var, ben başka bir yerden gelmişim, yani benim gözüm başka, Arzu Film ekolü.., gözüm başka, ama onların tutmuyor. Onlar filmine ne heyecanlanıyor; 'Çat'-mat 'yaptık', 'bitti' ama öyle olmuyor işte.
(Sessizlik olur. Mehmet Atay, saatine bakar.Kulise gitmenin zamanı gelmiştir.)
Şener Şen: Oyunun süresi ne kadar?
Hakan Güven: Bir buçuk saat.
Şener Şen: İki bölümün mü?
Hakan Güven: Arayla birlikte iki saati bulmuyor, bir saat kırkbeş dakika.
Şener Şen: İyi, gayet iyi.
Vedat Çuhadar: Şey de var... kimse görmez, sıkıcı bir oyun da onun için söylüyorum, uyusanız da kimse görmez locada. Gömerim Mahir'i hemen…

Şener Şen : Geldik, dinlendik, dayanırız bir buçuk saat. (gülüşmeler) Ya… Şimdi her oyun değil ama… Bazı kötü oyunlar tabi çekilemiyor, ben de meraklıyım halen gidiyorum. Yani iyi birşeyler de görüyorum ama bazen de Allah…
Vedat Çuhadar: Çıkamazsınız da, değil mi?
Şener Şen: Normal bir seyirci olsan çıkarsın, e şimdi biz çıksak… o hakkım da yok yani. Bir de şey olur; ya gelme.., ya da oyuncu psikolojisini iyi bildiğim için… yani çıkmak kötü gelir.
Vedat Çuhadar:  Tabi tabi. Bir de o iletilirse çocuklara, yani oynayanlara-
Şener Şen: Yazık olur.
Vedat Çuhadar: Evet.
(Kısa bir sessizlik olur.)
Mustafa Bilgin: Böyle birşeyler okudum; fabrikalarda filan çalışmışsınız, öğretmenlik yapmışsınız.
Şener Şen: Yapmadığımız iş yok. Ama o bir yandan da iyi olmuş yani, toplumun her kesimini tanıdık. Bir gurme gibi yetişsek, zor; o şimdi bilmez... herşeyi. (gülüşmeler)
Hakan Güven: Bugün çok andık adamı yahu…
Şener Şen: Şimdi kimi yazarlar da…Burjuva yani… Yurtdışında oku, adada büyü filan… Görmeyince yani.., birşeyleri farkedemezsin. Ama biz gecekonduda büyüdük. Babam da oyuncu ama öyle parlak bir ekonomik durum da yok. Filmden yevmiye alırsa işte eve birşeyler getiriyor. Yoksa bekliyoruz iş çıkacak da biz de birşey yiyeceğiz diye.
Mustafa Bilgin: Kaç kardeştiniz hocam?
Şener Şen: 2, bir de kız var; 3. Üç kardeşiz. (O esnada anlıyoruz, yanında gelen beyefendilerden biri kardeşi, diğeri ise Sabahattin Bey) Sabahattin Bey eski arkadaşımız. 1967'de tiyatroya ilk girdiğim sene idari bölümdeydi Sabahattin Bey. Oradan kalan bir-iki arkadaşım var. Bir de Kayhan Yıldızoğlu var. Hani emekli Bizans İmparatoru (nükte üstüne gülüşmeler) Bir de o var. Başka da yok o dönemden. Başar var, Tijen var, birkaç kişiyle görüşüyoruz, bir kısmıda doğal nedenlerden yok, azalıyor gittikçe. Eceliyle ölenler var. (gülüşmeler) Bizim Kabadayı'da var öyle; 'eceliyle ölenlerin şerefine' diye…
Mustafa Bilgin: Sizin Gölge Oyunu ne güzeldi.
Şener Şen: (dalıp gider) güzeldi evet.
Vedat Çuhadar: Abi, içinize sinmeyen birşey var mı peki?

Şener Şen: Şimdi… Benim iki bölüm sinema oyunculuk dönemi. 84'e kadar olan bölüm; Arzu Film müthişti. O Süt Kardeşler, Şabanoğlu Şaban… onlar çok keyifliydi. Ekibin içindeydik, 'sen bunda oynayacaksın' dediklerinde 'tamam' diyip oynuyorduk. 84'ten itibaren ben başrol oynamaya başladım; o da Namuslu ile başladı. Namuslu'dan sonraki her projeyi ben seçtim. Beğenmediğimde oynamadım; hiçbirinde. Halen de öyle devam ediyor, o yüzden birşey yapamıyorum. (gülüşmeler)
Vedat Çuhadar: Mesela 'Sultan' filmindeki bakkal rolünüz ufak bir rol olmasına karşın halen akıllarda.
Mustafa Bilgin: Peki size beğendirmek için bir proje 'nasıl' olmalı?
Şener Şen: Ben de bilmiyorum. Yani bilsem, yazarım. Ama şeyi hissedebiliyorum; olabilir mi, olmaz mı.
Mustafa Bilgin: Duruş mu önemli hocam? Duruşu mu önemli projenin, zeka pırıltısı mı?
Şener Şen: Bence senaryo. Senaryonun gücü. Çünkü bizim yaptığımız herşeyde senaryo çok güçlüdür. Dikkat edin herşeyde. Gönül Yarası…başka örnekler, basit komedilerde bile… Davaro… Davaro bence okullarda senaryo dersi olarak gösterilmelidir. Şekerpare… Bunlar basit komedi gibi görünüyor ama, müthiş bir dramatik yapı var. Biz şuna güvenmeyiz; bana derler ki; 'abi, sen ol yeter'. Hiç öyle birşey olur mu? Doğru-düzgün bir proje, senaryo yoksa ben ne yapacağım orada? Öyle yönetmenlerle de çalıştım. Rahmetli Hulki Saner, onunla da yaptım bir-iki film.

Bak Yeşil Yeşil diye bir film var; Ahmet Özhan… Orada kötü oyunculuk dersi verilir benim oynadığım rol ile. Komedi pisliktir…Yani...Bir insan ne kadar kötü oynayabilir? O da işte yönetmenin yönlendirmesidir. Rahmetli; 'Şener, komik yürü yahu' diyordu; komik yürümek için ne yaparsın, kıçını dışarı çıkartıyorsun, yönetmen 'hoaaah' diyor… O evrelerden geçtim ben yani, sonra yavaş yavaş tabi bilinçlendik,
hele başrol oynamaya başlayınca. Sonra kendim seçtim, nasıl oynayacağıma da daha çok kendim karar verdim. Ama öyle yerlerden geçiyorsun, başka yolu yok. Ha şu var; öyle projelerde 'yer almak' bir de hep öyle kalmak var. O zaman da hiç konuşmaya gerek yok, yolun 'açık' olsun. Vardı, öylesi de çok var. Ona güveniyor, o iyi zannediyor işte. Herşey değişiyor. Bizim de gelişmemiz, kendi içindeki evrim… Ama ben çok risk aldım. Yani benimki öyle herkesin yapacağı bir iş değil. Ters çevirdim öyle; allak bullak. Bir de sinemada da halk seni Badi Ekrem olarak görüyor, üçkağıtçı kırsal kökenli adam; 'hani köprünün kenarına kamyonla getirip adamları Almanya diye bırakan adam'. Şimdi buralardan Muhsin Bey oynuyorsun, Namuslu oynuyorsun, Eşkiya oynuyorsun. Çok zordur, bu değişimi seyirciye kabullendirmek çok beladır yani.
Vedat Çuhadar: Mesela Kemal Sunal böyle birşey yapabilir miydi?
Şener Şen: Şimdi Kemal'in…Kemal o kadar çok yaptı ki o salak tiplemesini; Salako, İnek Şaban hepsi aynıdır. Sonra dönemedi. Bir de para o kadar…-o zaman televizyon yok, hiç birşey yok- ekonomik olarak vazgeçemiyorsun. Yılda 12 film yapıyor Kemal; oniki. Kemal'in 200'e yakın filmi var. 12 film yapıyor ve rakamı da- o ara Türkan Şoray, Cüneyt Arkın'ın 50-60'sa Kemal'inki de-125. Yani rakam 'böyle' farklı. Bundan da öyle kolay kolay her babayiğit vazgeçemez. O arada 'yok ben namuslu oynayacağım, ben Muhsin Bey oynayacağım' diyemez tabi.
Sabahattin Bey: Haftada kaç defa oyun oynuyorsunuz?
Hakan Güven: Cuma, cumartesi, pazarları oynuyoruz. Hafta içi olmuyor yani. Oyuncu arkadaşların büyük bir bölümü İstanbul'da da çalışan arkadaşlar olduğu için, onlar sadece hafta sonunu setlere 'benim oyunum var' diyerek kurtarabiliyorlar.
Şener Şen: Haftada 4 oyun mu oluyor?
Hakan Güven: Cuma; tek oyun, cumartesi; matine-suare, 2 oyun, pazar; matine, tek oyun.
Mustafa Bilgin: Bu hafta 2 oyun var!
Vedat Çuhadar: Bu hafta çıkardık; kurslarımız var. Mahir anlatmıştır Akademi-AST. Kurslarımız var… Hafta içini de öyle değerlendiriyoruz.
Şener Şen: Ha, şey mi var; oyunculuk, diksiyon,..
Vedat Çuhadar: Diksiyon, oyunculuk dersleri, yaş grupları var. Karşı binada da bir yer tuttuk şimdi, bazı derslerimizi de oraya kaydırdık. Turneler de haftasonuna denk geliyor mecburen. Mahir başta olmak üzere, arkadaşların bir kısmı İstanbul'a gitmek durumunda olduğundan…
Hakan Güven: Ankara'da için çok zor aslında, yani bağımsız bir ekip… Yani çünkü-tabi bu konuda kimseyi suçlamıyoruz doğal olarak- bir ekmek savaşı tabi. İnsanlar İstanbul'u artık...
Şener Şen: Burada İstanbul kadar çok özel tiyatro yok değil mi?
Hakan Güven: Hiç yok. Bir tek Ankara Sanat var.
Mustafa Bilgin: Bizim sokakta bir tane tiyatro daha var.
Vedat Çuhadar: Geçen hafta yaptığımız toplantıya 150'ye yakın insan katıldı-tabi hepsi değildi ama- bir sürü tiyatroyu orada öğrendik.
Hakan Güven: Ankara'dan bir tek AST vardı.
Vedat Çuhadar: Evet bir tek biz gitmiştik. Yani rakamın bu kadar olduğunu ben o gün orada gördüm.
Mustafa Bilgin: Var da yeraltı var; ufak-tefek.
Vedat Çuhadar: Yani ufak tefek-
Hakan Güven: Var tabi, ama ben onlara iki oda bir salon tiyatroları diyorum. Apartmanın 2. katında bir daire tutuyor, ful doluyuz diyor oyunlarda; nasıl yani?
Şener Şen: Evet, 30-40 kişilik salonlar var. Ama orada çocuklar yetişiyor. Çok iyi çocuklar yetişiyor. Çok ilerici, çok özgür oyunlar oynuyorlar yani.

Hakan Güven: Kesinlikle. Ben yaptıkları işi şey yapmak adına söylemiyorum-
Şener Şen: O coşku iyi birşey.
Fatoş Suna: (Şener Şen'e) Yarın akşamda burda mısınız hocam?
Şener Şen: Yarın öbür oyunu da seyredeceğim. Mahir'le konuşuyorduk gidelim gidelim ne zaman gidelim filan. Geçen hafta dur dedim sana hafta başı cevap vereyim. Bir allem kallem; işte bizim arkadaşları da yolladık, Tuncer peki dedi, Sabahattin… Arabanda yer var mı, önce o (gülüşmeler)
Vedat Çuhadar: Olmaz mı?
Hakan Güven: Çok iyi ettiniz; çok sevindik yani.
Şener Şen: Ben seviyorum yani; neler oluyor, ne oluyor? Bir de Mahir, çok eski arkadaşımız. Yani Mahir'le Cihangir'de biz tanıştık, nerdeyse 10 sene önce filan. O da oralarda -çok gülerdik tabi- Mahir'i size anlatmayayım ben şimdi. Çocuk da yeni daha o zaman, olmuş. Kaç yaşında şimdi, 11 yaşında filan değil mi? (Söz İpek'ten bahsediyor) Cihangir de daha bu kadar medyatik değil. Çıkıyoruz kafelere filan ama-ben de orada oturuyorum- geliyor; 'çıkalım abi kafelere filan bakalım iş var mı, bakalım' diyor. Oturuyoruz; iş var mı 'yok', sende var mı 'yok'. Sonra Eylem Yıldız diye bir kız vardı, Barış Pirhasan'ın asistanı o dönem; kasting yapıyorum ben diyor. Biz gidiyoruz başına, Mahir incelemeye başlıyor kağıtları. Kız size göre bir rol yok, bir imam var diyor. Mahir başlıyor ezana 'allahu ekber, allahu ekber' diye. Yahu bak girerim, gireyim ben seçmelere. Akşam oluyor diyor ki 'kadına ne diyeceğiz?' Bari bir senaryo ver de diyor, eve koltuğumun altında bununla gideyim. Yani eve gidecek de, boş gitmeyeyim diyor. Sonra Veda'ya diyecek ki; 'bunu verdiler, ben karar vereceğim' (gülüşmeler) Sonra Gülse (Gülse Birsel'den bahsediyor) Cihangir olayını işledi biraz. Ama insanın içi parçalanıyor; bir dizide genç çocuk, ünlü oluyor, o ara zannediyor ki hayat hep öyle devam edecek.
Hakan Güven: Müthiş bir tokat.
Şener Şen: Borçlanıyor, araba alıyor. Dizi kalkıyor…yürek paralayıcı durum. Bir sene, iki sene, üç sene; arayan yok, soran yok.
Sabahattin Bey: Sinemayla dizi farklı birşey.
Mustafa Bilgin: Aslında aynı şey de olabiliyor. Yurtdışında bunu başarıyorlar da, Türkiye'de henüz değil. Ancak süre anlamında aynı şey oluyor; 90 dakikalık dizi çekiyorlar.
Sabahattin Bey: Şimdi sinemada oynamak farklı birşey ama şöyle; eğer o senaryo iyiyse, gerçekten iyi bir senaryoysa orada ortaya çıkabilir ama-
Şener Şen: İnsanın bir de ünlü olması, belleklerde kalması, öyle bir olayla, iki olayla olacak birşey değil. Bir de dizide herkes seni oradaki karakterinle hatırlıyor. İşte bilmem ne değil mi o, ya da Kıvanç'ın (Tatlıtuğ'dan bahsediyor) yanında oynayan çocuk değil mi? Yani isim öğrenmesi, başlı başına olay. Yani oyuncu olarak sizin gerçek adınızı öğrenmesi 5-10 sene alıyor yani. Bir yerde bir daha, bir daha, bir daha; hep sınav veriyorsunuz.
Vedat Çuhadar: Abi, buraya bile gelip şunu soruyorlar; oyunun adı, kimin yazdığı değil; kim oynuyor dizilerden.
Şener Şen: O yüzden koydum Kıvanç'la ilgili örneği. Satarsınız, ful gider, arap kadınları bile gelir yani. İstiklal'de Kıvanç'ın reklamı varken gördüm arap kadını camın önünde fotoğraf çektiriyor afişle.
Hakan Güven: Hayda!
Şener Şen: Zaten kadınlar arasındaki adı da Kıvanç Tatlı-şey (gülüşmeler)
Vedat Çuhadar: Abi oscar'da filan birşeyler yapabilir miyiz, çok fazla ısıttılar ama?
Şener Şen: Biz iki defa gittik. Bir Eşkiya'yla gittik, bir de Gönül Yarası'yla. Aday 5 film seçiliyor, o zaman adaysın. Gene belli değil. Ama aday adayı 80 tane ülke var. Şimdi orada biz, durumu iyi kavradığımız için, bunlar bana komik geliyor. Oscar'dan çok farklı bir alan bu yabancı film Oscar'ı. Hiç alakası yok. Sadece salona sokuyorlar seni bir ara hani. O da aday 5 film arasına girersen. Oyuncular ve yönetmen-o da belli kişiler- girebiliyor. Onlar kendi aralarında seçiyor en iyi oyuncu, en iyi film. Yani amerikan endüstrisi, sanayi; öyle dönüyor. Yabancı film Oscar'ını onlar seyretmiyor bile. Değerlendiriyor, başka bir kategoriden; ne kadar emekli oyuncu, yönetmen, evinde oturan varsa, DVD gönderiyorlar, onlar 1 ay kapanıyor, işte karısına soruyor o da 'Martha, bu nasıl iyi mi?' filan diye (gülüşmeler) öyle karar veriyorlar. Bir de tabi çok siyasal etkenler rol oynadığı için, mesela dikkat edin genellikle ispanyol filmleri alıyor. Niye? Dünyada en çok konuşulan dil ispanyolca. Tamamen ticari, işte ordan birini seçerse 'yaşa, nurol' alkış…diye seyirci canlı tutuluyor tabi. Türkiye pazarı ne kadar önemli, işte sen müslümansın. Ne zaman türkiye parçalanır; bir kısım oraya, bir kısım oraya; o zaman Oscar'ı alabiliriz. Titr-i Amerika biz geliyoruz derken, topraklar gider. Böyle bir politik yönlendirmesi de var. Sana durup duruken-bir kere hristiyan-müslüman çatışması var- bir kere Meltem (Cumbul'dan bahsediyor) çok uğraştı -ki Meltem'den daha beceriklisi yeryüzüne gelmemiştir.- o bile baktı, olmadı. Abi sana niye yedirsinler? Amerikan sanayi'nin 4. gücü sinema. Atom, fizik, otomotiv bilmemne; çelik; o kadar büyük bir endüstri ki. Gel seni star yapalım,  başrol oyna; nesin sen? Türk-müslüman. Olmaz böyle şey!
Serpil Baydar: Reklam amaçlı mı oscar?
Şener Şen: Halk bunları ne bilsin, oradakilerin haberi yok, bilmiyor Yılmaz kim; burayı besliyorlar, buraya çalışıyorlar. Ha şu olur, hakikaten bir politik durum olacaksa, hani nasıl arjantin'de futbol ile idare ettiler halkı, biz de işte nihayet Amerika bize geldi, Oscar'ı aldık filan derken bir de bakmışsın...
Serpil Baydar: Ablam San Diego'da hocam. Orada Hollywood'a gittik. 250 dolar karşılığında bir filmde oynamak mümkünmüş, bunu gördük.
Şener Şen: Bir de bak; A,B,C; bütün buraya gelenler; Brad Pitt, Angelina Jolie filan, bir de B,C,D kategorileri var. İstersen adına film de çekersin. Orada oynasan ne olur, oynamasan ne olur.
Mustafa Bilgin: Ama kötü bir yatırım bu. Eski dizileri güzeldi, doktor vs. ama aile babası olmadı.
Serpil Baydar: Yeni film var mı hocam?
Şener Şen: Yok, işte bekliyoruz.
Serpil Hanım: En son Av Zamanı mıydı?

Şener Şen: Evet.
Mustafa Bilgin: Size yazmıyorlar mı senaryo?
Şener Şen: Geçen hafta 2 tane okudum.
Serpil Baydar: Hep Yavuz Turgul mu diyorsunuz?
Şener Şen: Yani malesef dönüp dolaşıp Yavuz Turgul'dan iyi proje geldiği için onda oynuyorum ve bu da 'başka bir yerde oynamaz' gibi bir iz var. Onu kırmak için paralanıyorum. Ama okuduklarım…
Mustafa Bilgin: Cem Yılmaz, size teklif getirmedi mi? Yani senaryoyla gelmedi mi; Hokkabaz filan gibi?
Şener Şen: Cem genellikle projelerini kendi yapıyor. Gora-mora, Yahşi Batı Cem'in kendi projeleri. Onun beyni başka çalışıyor yani…

(karakalem çalışma: serkan avcı, http://zaartayfa.blogspot.com.tr/ )

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder