Eleştirmen,
dramaturg Gülşen Karakadıoğlu:
“Acı unutulabiliyor. Beden daha çabuk
sarıyor yarasını ama ruhundan silip temizlemek, kurtulmak hiç kolay değil”.
Herkesin hayatta bir travması var. Yaşadığı acı olaylar, ruhunda derin yara
açan acı yaşantıları var. Ancak kalabalık kitlelerin yaşadığı travmalar en acı
olanları. Ülkelerin yaşadığı travmalar onarılması en zor olanlar. Türkiye’nin
yaşadığı 1960 ve 1980 darbelerinin günümüze etkisi hala çok güçlü. Darbeyi
yapan komutanların 32 yıl sonra yargılanması esnasında Adliye önünde toplanan
kalabalık kitlelerin acılarını ilk günkü gibi haykırması bunun en önemli
ispatı.
Türkiye’nin yaşadığı darbeleri anlatan bugüne
kadar birçok film ve dizi çekildi. İşkence sahneleri olsun, darbe anı olsun
birçok an halka gerçekçi bir şekilde aktarılmaya çalışıldı. Ancak darbe
dönemleri ve insanlar üzerinde yarattığı tahribat hiçbir tiyatro oyununa konu
olmadı. Bu durum bu sezon Devlet Tiyatroları’nda oynanan bir oyunla beraber
kırıldı.
Nehir.. Devlet tiyatrolarında 1980 darbesinin
ele alındığı ilk oyun. Oyun ismini darbe döneminde işkence gören ve takip
edildiği için adını değiştirmek zorunda kalan genç yaştaki ‘Nehir’ karakterinden
alıyor. Konusu ise, 1980 darbe döneminde Ankara Emniyeti içerisinde işkence
merkezi olarak kurulan DAL (Derin Araştırmalar Laboratuvarı)’ da işkence gören
Nehir ve onun evine misafir olan gizemli bir kadının hikayesi.
İkili dialoglar, özellikle darbe dönemlerini
yaşayan insanları sürükleyecek nitelikte. Oyunda çalan müzikler de duygulara
tercüman oluyor. 1980 darbesinin insan üzerinde yaşattığı, korku, sindirme ve
tahribatlarını konu alan bu oyunun özellikle son dakikaları müthiş etkileyici
ve duygusal anlardan oluşuyor. Oyun bittiğinde uzun süre etkisinden
kurtulamıyorsunuz. Oyun acı bir tesadüfle sona eriyor ve duygusal anlar
yaşatıyor. Darbenin etkilerini oyunda geçen ve haberin girişinde yazdığım ‘Acı
unutulabiliyor. Beden daha çabuk sarıyor yarasını ama ruhundan silip
temizlemek, kurtulmak hiç kolay değil’ cümleleri fazlasıyla özetliyor.
Oyunun yazarı Gülşen Karakadıoğlu, oyuncular
Özlem Gür ve İclal Seper, yönetmeni ise Vacide Öksüzcü. Dekor tasarımı Seyhan Kırca, giysi tasarımı Sevgi Türkay, ışık tasarımı Osman Uzgören tarafından hazırlanan oyunun dramaturgu Füruzan Tercan.
Yazar Gülşen Karakadıoğlu’yla ‘Nehir’ üzerine konuştuk.
Yazar Gülşen Karakadıoğlu’yla ‘Nehir’ üzerine konuştuk.
Bir röportajınızda 'Geçmişin kırılma noktaları
ile yüzleşmeden bugünü değerlendirmek doğru değil' demişsiniz. Türkiye sizce
darbelerle yüzleşebildi mi? Geçmişte yaşanan acı siyasi olaylardan ders
alabildi mi? Geçmişle bugünün demokrasi anlayışını karşılaştırdığınızda
ilerleme görüyor musunuz?
Evet, geçmişin siyasi kırılma
noktalarıyla yüzleşmeden bugün yaşadıklarımızı doğru değerlendiremiyoruz. Bunca
antidemokratik deneyime karşın hala demokrasi kültüründen yoksun olmamız başka
nasıl anlaşılır. Geçmişten ders alabildiğimizi hiç sanmıyorum, hemen
unutuyoruz, ilkeli değiliz. Bugün yaşadıklarımız bunu göstermiyor mu?
Farklı inanca, görüşe, yaşam biçimine tahammülü olmayan bir ulusal kimlik
oluşturmaya çalışılıyor. Yöneticilerin dayattığı tek seslilikle
demokrasiden söz etmek olanaksız.. İlk tıkanmada otoriteye başvurmaya meyilli
bir geleneksel görüş egemen ülkemizde çoğunlukla....
Oyunun ismi neden 'Nehir'?
Oyun kişilerinden birinin adı Nehir. Yaşam
akıp giden bir su gibi. Bazen hayli yoğun bir hızla akıyor, sel gibi coşuyor,
taşıyor bazen de dingin, huzurlu. Oyunu yazdığım sıralarda yaygın
kullanılan bir isim değildi, şimdi de oyunun içeriğine uygun geliyor
bana.
Özgürlük ve insan hakları çerçevesinde günümüz
Türkiye'sini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Çok eksikli. Utanç verici. İnsanlara özgürce
muhalefet yapma hakkı verilmeyen bir düzende insan hakkından söz etmek
zor. Eski/yeni kocasına, nişanlısına, babasına, abisine hayır demeye kalkışan!
binlerce kadının sokak ortasında öldürülmesine, hapishanelerindeki
çocuklarının tecavüzüne, basılmamış kitapların yazarının hapsedilmesine,
habercilik yapan gazetecinin işten atılmasına engel olamayan düzen demokratik
olarak tanımlanabilir mi? Demokrasinin bir anlamda güvencesi olabilecek
yargının bağımsızlığı bu kadar kuşkuluyken!
Oyunun müziklerini seçmenizde ne etkili
oldu?
O müzikler darbelerle canı yanmış ülkelerin
müzisyenlerinin. Bu müzisyenlerden birçoğu, Şili'li Pinochet isimli faşist
darbeci iktidardaki sosyal demokrat Allende'nin sarayını bombalayıp insanları
stadyuma doldurmaya başladıkları sırada İtalya'da turnede oldukları için
sağ kalabildiler. Victor Jara o sırada Şili'deydi ve cuntacılarca vahşice
katledildi. Ama Şili, katledildiği stadyuma onun adını verdi ve sevgiyle, saygıyla
anıyor Jara'yı. Ülkemize de turneyle konser veren İnti İllimani iyi tanınır.
Victor Jara'nın kasetleri ise bizim kuşakta elden ele dolaşırdı. Örneğin,
"El Pueblo Unito". Portekiz'in fado kraliçesi Amalia Rodrıguez'de bir
başka darbeciyle Salazar'la deneyim yaşamıştı.
Türkiye'de darbe dönemlerini anlatan tiyatro
oyunu sergilenmedi. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Benim bildiğim yok. Oysa tiyatro diğer
sanatlara göre insanlık macerasına tanıklık etmekte daha şanslı. Dolaylı
anlatımlarla, başka ülkelerin örneklemeleriyle konu edildi belki askeri
darbeler, işkence ama doğrudan ülkemizden söz edilmedi. TV Dizilerinde
daha çok görüldü bunlar. Bu nedenle Devlet Tiyatrosu'na teşekkür ediyorum...
Darbeler insanların yaşamlarını tekdüze,
üniform bir şekle sokmaya çalışırlar. Düşünce tarzından giyim kuşama dek onlar
en iyisini bilirler ve herkes de bu bilgilere uygun davranmalıdır.
12 Eylül günlerinde Devlet Tiyatrosu’nu
dramaturg olarak çalışıyordum. Bir gün çalışırken kapı açıldı deniz subayına
eşlik eden Cüneyt Gökçer girdi içeriye. Subay bizim neyin nesi olduğumuzu sordu
Cüneyt Bey’e, o da dramaturg olduğumuzu söyledi. Çıkıp gitmekte olan subay
birden döndü Murathan Mungan, Füruzan Tercan, Sıtkı Tekmen, Özcan Özer ve Tözün
Stark’tan oluşan biz dramaturglara sert bakışlar attı. Dramaturg olmanın ne
demek olduğunu sordu, anlaşılan gözü tutmamıştı bizleri. Cüneyt Bey bir
açıklama yaptı, Subay Bey’le gittiler. Tiyatroda yaptığı incelemelerde pantolon
giymenin yasaklanması, prova aralarında bornozla dinlenen balerin ve baletlerin
bir daha böyle yapmamasını ve benzeri talimatları olduğunu şaşkınlıkla
duymuştuk.
Aynı dönemde Devlet Tiyatrosu’ndan istifa
ettikten sonra Yazarlar Sendikası’nın Yazko isimli gazetesinin Ankara
Temsilcisiydim. İstanbul Şehir Tiyatrolarının Genel Sanat Yönetmeni Vasfi Rıza
Zobu’yla bir söyleşi yapmıştım. Vasfi Bey’in tiyatrodan atılan birçok
oyuncu-yönetmen için ‘Ben mi attım, askerler söyledi mecburen çıkardım’ sözleri
aynen yayınlanınca kıyamet kopmuştu.
Darbeciler AST, DAST gibi sol tiyatrolar
dışında ödenekli tiyatroları kapatmaya kalkmadılar ama repertuvarlara bütün sağ
iktidarlar gibi müdahale ettiler. Sol görüşlü birçok sanatçı arkadaşımız (Erkan
Yücel, Orhan Aydın, Halil Ergün) gibi uydurma gerekçelerle hapse atıldılar,
işkence gördüler.
Meriç Ürer
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder