7 Mart 2015 Cumartesi

Seyircinin Kalemi

Annemin hiç tiyatroya gitmediğim için beni paylamasıyla başladı Ankara'daki tiyatro maceram. Yine annemin yönlendirmesiyle gittim Ankara Sanat Tiyatrosu'na. İlk gidişimde tamamen yapacak şey bulamayıp, "Neredeymiş şu AST bir bakalım bakalım." diyerek gittiğim için biletini aldığım oyunun başlamasına daha iki saat vardı. Ben de İsmail Abi ile tanıştım. İsmail Abi de en az tiyatronun öbür fertleri kadar canayakındı. Biraz onunla sohbet ettik; biraz kitap okudum, resim çizdim. Tiyatronun bekleme yerindeki o kocaman masada oturmuş kimse bana karışmadan kitabımı okuyup çayımı yudumlarken ben, arkamda Bilkent'ten gelmiş öğrenciler Mahir İpek ile röportaj yapıyordu. Mahir İpek, oturduğumuz mekanın sadece bir bekleme salonu gibi olmasını istemediğini, insanların gelip kitabını dergisini okuyup sakince bir şeyler yapabileceği, kütüphaneden istediği kitabı alabileceği bir ortam yaratmak istediğini anlatıyordu. Ben de içimden Mahir abimize teşekkür ederek, kitabıma gömüldüm tekrar. 
     Sonra oyuna girdim. Dar Ayakkabıyla Yaşamak. Duşan Kovaçeviç'in oyunu. Daha önce İzmir'de bir festivalde izlediğim ve açıkçası bana çok da yeterli gelmeyen bir oyundu. Hele Kovaçeviç'in Profesyonel'inden sonra, bu oyunda gerçekten bir şeylerin eksik olduğunu düşünmüştüm. Sonra bu durumun belki de izlediğim ekiple alakalı olduğunu, ve başkalarından da izlersem daha objektif değerlendirebileceğimi düşündüm. Oyun bittiğinde, oyun ile ilgili düşüncelerim çok değişmemişti. Ancak oyuncunun bir oyunu nasıl büyütebildiğini görmüştüm. Bence Kovaçeviç her ne kadar bu oyunla en iyi metin ödülü alsa da çok başarılı bir iş çıkaramamış. Ama Ankara Sanat Tiyatrosu oyuncuları bu oyunu gerçekten üst düzey bir performans ile sahneye koydular ve izleyiciyi özellikle oyunun finaliyle etkilediklerini düşünüyorum. Oyun hakkında fark ettiğim bir değişiklik de oyunun finalinde, ilk izlediğimde söylenen şarkının kullanılmamasıydı. Yanılmıyorsam bir türkü ya da ninni idi. Bunu bir sonraki gidişimde Mustafa Bilgin'e sordum. Kendisi, o şarkı Türkiye'de bilinmediğinden vermesi gereken etkiyi vermeyeceğinden, kullanılmamış olabileceğini söyledi. Evet, başka bir şarkı ya da marş koyulsa da farklı anlamlar çıkabilirdi. Sonra oyunun sonunu düşündüm, gerçekten etkileyici bir finaldi ve eğer daha önceden metindeki sonu bilmiyor olsam finalde bir şeylerin eksik olduğunu asla anlamazdım. 
    Ankara Sanat Tiyatrosu, gerek sunduğu mekan gerekse oyunlarla yapabildiğinin en iyisini yapıyor diye düşünüyorum. Tabi ki ufak aksaklıklar, eksiklikler var ama, onlar her zaman olmaz mı zaten? Yine de bir şeyler bittiğinde,eve giderken aklınızda kalan şeyler bu sorunlarsa, kötü. Ama ben AST için böyle bir şey olacağını hiç sanmam. 

     Tüm bunların dışında, beni üzen şuydu ki, izleyici artık tiyatroyu bile delicesine hızla öğütüyor, tüketiyor. Oyundan çıkar çıkmaz insanlar bir şeyler satın almaya veya telefonlarını açıp kurcalamaya başladılar. Gazete okuyan bir çift bile oldu mesela. O kadar az kişi oyun hakkında konuştu ki. Konuşmasına gerek de yok, oyunu düşünen, susan insan da yoktu. Sanki beş saniye öncesi, beş saniye öncesinde kalmıştı. Bitmişti. Bu kadar hızlı tüketilebilir mi bir oyun? Tüketilmeli mi, demiyorum; bunu bilemem. Ama ben eskiden de izleyicileri gözlemlerdim. Nerede o oyun hakkında konuşurken gözleri parlayanlar? Ne oldu onlara? Yoksa onların da mı ayakkabıları sıkıyor artık?

Ezgi Nilgün Güney

İnsan denen meçhul, hangi şartlar altında olursa olsun, menfaati doğrultusunda varolmaya çalışan bir canlıdır. Söz konusu olan insanın da yaşarken kendi sürüsüne veya kendi kabilesine ihtiyacı vardır, ancak toplu yaşamanın bir gereksinimi olan saygı ve hoşgörü, bir bireyde daima bulunması zor olan özelliklerden olması sebebiyle, çoğu zaman engellenemeyen bir şekilde, haksızlık kavramı açığa çıkacaktır. Kimi insan akıntıya kapılıp sürüklenir, kimisi de gücünü ortaya koyar ve akıntıya karşı yüzmeye çabalayarak varolur. İşte Duşan Kovaçeviç'in yazıp Zurab Siharulidze'nin yönettiği 'Dar Ayakkabıyla Yaşamak' isimli oyunda da bahsedilen 'haksızlığın güçlü akıntısına maruz kalan beş fabrika işçisinin akıntıya karşı yüzmeye çabalaması' kavramı seyirci tarafından görülebilmektedir.
     İlk olarak, seyirci karakterlerle kriz anının sonrasında, yani işçilerin çalıştıkları fabrikanın özelleşmesi sonucunda işsiz kalma tehlikesiyle burun buruna gelip de bu olaya verdikleri tepki esnasında, fabrikanın içinde tanışmaktadırlar. Yaşanan tartışmalar, planlanan konuşma ve dayatmalar, kurulan ölümcül düzenek.. Sunulan kesitin başlangıç kısmında seyirci oyunun bel kemiği olan karakterlerin yapıları, hayatları ve aralarında sahip oldukları bağı keşfeder. Akabinde sahneye dahil olan kadın figürü - Maldiv Bey'in menajeri - olayın sebebinin aslen kim olduğunu ve yaklaşmakta olan fırtınanın habercisi görevini gördüğünü izleyiciye aktarır.
     Seyreden olay örgüsü dahilinde menajerinin odanın ısısını ayarlaması sonucunda içeri giren Maldiv Bey iki yüzlü karakterinden bir kuple seyirciye dağıtır. Planını devreye sokmak isterken işçilerin yanından konuşuyormuş gibi yaparak etkisi altına aldığı işçilerin sözcüsü Steva aracılığıyla haksızlığa baş kaldıran işçilerin onurlarını ve hakettikleri saygıyı vadettiği ölüm oyununa karakterleri sürükler. İşleri değiştirecek düzeneğin pimini çekmiştir, bundan sonra sadece para getirecek dükkanının vitrini işçilerin masumiyet ve mağduriyetleriyle parlatıp müşteri çekmek derdine düşmüştür. Kandırdığı işçilerle süslediği realite şovunu piyasaya sürmesi ve menajeriyle birlikte sunuculuk yapması olayı oyunda seyretmektedir.
     Menajer kadının basiretsiz olması ve yaşadığı şeyleri yüzeysel değerlendirmesi sebebiyle farkında olamadığı gerçeklerin onun omuzlarına yük olmaya başlamasıyla seyircinin farkında olduğu gerçeklik oyunun içinde de açığa çıkar; program işçilerin geleceğini değil, sonunu hazırlamaktadır. Tansiyonun gitgide yükselmesi, işçilerin hayattan birer birer diskalifiye olması, oyunu zirveye sürükler. Artık herkes farkındadır, bu başkaldırı eylemi gülünç bir hal almış ve o an orada yapılan şeyin haksızlığa direnmekle alakası bile yoktur. Bunun farkına varan ve oyunun önemli sahnelerinden birine sebep olan menajer, kumandanın kontrolünü ele geçirir. Seyirci burada 'ilahi adalet' kavramıyla karşı karşıya kalır ve mevcut kişilerin saflıklarının ve masumiyetlerinin kullanılmasına bir gönderme yapılarak, şuurunun etrafta gerçekleşen olayları farketmesini engelleyecek kadar havada olduğu menajer sunucunun düzeneği harekete geçirmesine ve tüpleri patlatmasına tanık olur. Oyunun final bölümünde ise işçilerin sonunda huzur bulmaları; oyun boyunca sarfedilen direnme çabasına sebep olan içinde bulunduklari suyu biraz daha ısıtan o 'dar ayakkabıları' çıkarmaları yaşanmaktadır.
     Belirli şekillerle günümüze kadar anlatılan haksızlığa başkaldırı olgusunun farklı bir meyvesini gözler önüne seren 'Dar Ayakkabıyla Yaşamak' adlı oyunla seyirci yeni bir bakış açısı ve farkındalık kazanmıştır; insan, kazanacağı sürece adım atan bir canlıdır, ve kuyuya düştüğünde ona uzatılan yardım eline ve uzatan kişiye dikkat etmeyecek kadar kendini düşünmektedir.

                                 Mertcan ŞEMEY






Hiç yorum yok:

Yorum Gönder